Monday, May 16, 2016

Yorgunluk

Merhabalar,

Aklımda bir süredir başlığı yorgunluk olan bir yazı var. Ama her nedense bu yazıyı gece yazacağımı düşünmüşüm hep. Hani evine çekildikten sonra insan yorucu günlerin ardından, gecenin sessizliğinin içerisinde bulabilir belki anlatmak istediği hisleri tarif edecek kelimeleri. Böyle olmak yerine sabahın öğle vaktine döndüğü saatlerde yazıyorum. Yazıyorum, çünkü yorgunum.

Kendim hakkında bu kanıya vardığım bir kaç zaman olmuştu diye hatırlıyorum. Nedense bu sözleri söyleyip gerçekleri kabul edene kadar, yüzleştiğim her zorlukta varımı yoğumu ortaya koyup, hiç itiraz etmeden, ne gelirse gelsin kollarımı sıvayıp işe koyuluyorum. Ya da en azından bu benim kendimle ilgili olan kanım. Gerçek tamamıyla farklı olup, kendisini kandıran, bir arpa boyu yol gidemeyen, kendi düşüncelerinde ve çıkmazlarında debelenen birisi de olabilirim. Önceki yazılarımdan da ne kadar şüpheci olduğumu görüyoruz zaten.

Değişmeyen bir gerçek var ki, o da yorgun olduğum. Bunu söylemekten utanıyor olmam dahi sorunun nerede olduğuyla ilgili, en azından bana, bir fikir veriyor. Utancımın en önemli sebebi sanırım bir şekilde herkesin yorgun olduğunu bilmem. Belki de yorgunluğun seviyesi yoktur diyorum kendi kendime. Çok yorgunum demekle biraz yorgunum demek arasında belki fark yoktur. Qubitler tarafından değil de klasik bitler tarafından gösteriliyor yani yorgunluk bilgisi kişinin. 0'sın ya da 1'sin.

Yine de iki çeşit yorgunluk vardır, en azından bundan eminim. Şimdi dersini anlatan bir asistanmış gibi bunları açıklayacağım. Öncelikle fiziksel yorgunluktan başlayalım. Belki kesitler halinde bir örnek fiziksel yorgunluğu açıklamak için iyi bir yol olabilir.

"Saat 5.45. Hiç bir zaman çok uyuyan birisi olmadım. Dünyanın yörüngesiyle olan eksen eğikliğine, her sabah yaptığım gözlemlerle şahit oldum. Lakin ne kadar erken kalkarsam kalkayım geç kalmışlık hissini atamadım üstümden. Çoğu için sabahın körü, benim için ise çalışmanın başlangıcı. İyi bir fizikçi olmak istiyorum. Bütün günün koşuşturmasında bir şeyler yemek için bile bir ara bulamadığım günler oluyor. Gözümü açıyorum, ders anlatıyorum. Kapatıyorum ve tekrar açıyorum ödev puanlıyorum. Kapatıyorum ve açıyorum, ders dinliyorum. Çözülemeyen soruların peşinden koşuyorum. Düşünüyorum, düşünüyorum, düşünüyorum. Servise yetişiyorum, trafiğin tadına bakıyorum. Şehrin ve dolayısıyla içindeki insanların, yani hepimizin karakter analizini yapıyorum trafikten. Yürüyorum, yürüyorum. Durmuyorum. Belki de anlatamıyorum. Yorgunum."

Pek de iyi bir yol olmadı sanırım bu. Öyleyse kitaptan gidelim. Fiziksel yorgunluk, adından da anlaşılabileceği üzere, kişinin fiziksel olarak çok efor sarf etmesi sonucunda kaslarında biriken laktik asit sebebiyle uzuvlarını yeterince etkili çalıştıramamasına, buna bağlı olarak da, yaşam kalitesinin düşmesine denir. İnsanların genellikle yorgunum dediklerinde, karşısındaki insanların ilk aklına gelen yorgunluk çeşididir. Lakin, fiziksel yorgunluk, yaşam kalitesini etkilese de yaşama isteğini birebir etkilemez. Bu da fiziksel yorgunluğun, birincil yorgunluk çeşidi olmadığı sonucuna varmamızı sağlar.

Yaşama isteğini, tahmin edebileceğiniz gibi zihinsel yorgunluk etkiler. Zihinsel yorgunlukla ilgili herhangi bir biyolojik olgu tanımlayabilecek kadar yeterli bilgiye sahip olmasam da, sanırım son zamanlarda fazlasıyla maruz kaldığım için, sıkışmış trafik analojisini kurabiliyorum. Tüm düşüncelerim sıra olup, tampon tampona giderken şeritlerinde zihnimin; ben egzoz dumanında boğulur gibi olurum. İşte bu dostlarım, zihinsel yorgunluktur. Aynı anda zihnimin öğrenci servisleri, hafriyat kamyonları, binek araçları yollarda. Üstelik yarın tekrar geçecekler bu yollardan. Zihnimin trafiği hiç bitmiyor. Tıpkı yaşadığım şehrin trafiği gibi zihnim.

İşte bu zihinsel yorgunluktur ki, fiziksel yorgunlukla birleşse de birleşmese de beni yoruyor. Peki bu kadar araç gerekiyor mu bu zihne? Neden tüm bu insanlar ve araçları göç edip duruyor zihnime? Varsa bir doğal limiti bunun, çoktan geçtim mi ben? Gözümü kapıyorum, açıyorum, neredeyim? Belki çevreyolundayım, sağa çekmişim. Tıpkı Pelennor Çayırları Savaşı'ndaki Theoden gibiyim. Yok hayır, pes etmiyorum. Pes etmem. Zihnimin araçlarla dolu otobanlarını yıkacak ve yerlerine parklar yapacağım. Bu bir seçim vaadi değil. Aklımdaki yazı da bu değildi. Sanırım o da bir yerde sağa çekti, bir çekici gelsin diye bekliyor.

İyi dinlenin, bol bol yürüyüş yapın. Sevdiklerinizi yakın tutun. Yıkın otobanlarınızı.

Mert

Edit: Bi de şöyle bi şarkı var: https://www.youtube.com/watch?v=jvGdfzTWtqE