Thursday, November 21, 2013

Uykusuzluk sebebiyle gecelik atıştırma

Merhabalar,

Buraya uykusuzluk ve çocukluğumdan beri yaşadığım uykusuzluk problemi ile ilgili birşeyler yazıcaktım ama ne kadar önemliki? Eminim şu an Dünya'da binlerce insan uykusuzluktan, istediği halde uyuyamamaktan şikayetçi ama önemli olanın, okunmaya değer olanın benim hikayem olduğunu bana düşündüren nedir? Başka bir insanın, bir diğerinin hikayesini okumaya değer bulması nasıl mümkün olabilir? Benim gibi yazdıklarının bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar kişi tarafından okunan, daha da az bir kısmı tarafından anlaşılacak olan "kişisel" bir yazıyı yazmanın çok bir mantığı yok.

Ama yine de yazmak istiyor insan, çoğu zaman yalnızlığın getirdiği anlaşılmak açlığı yüzünden. Yalnızlık hissi yeni olduğu için alışmakta güçlük çekiyor insan. Ne kadar nazım geçiyormuş insanlara, ne kadar çok şeye sahipmişim aslında ben daha rahat kavrıyorum burada. Ama ne kadar fakirmişim bir yandan, o kadar eksikmişimki. Sanırım insan olmanın getirdiği birşey bu. Hep eksiğiz. Ömrümüzde tamamlanmış, eksiksiz hissettiğimiz topu topu bir saat dahi olduğunu düşünmüyorum. İnsansan eksiksin. Şimdi terazinin bir yanına eskiden sahip olduklarımı, ulaşabildiklerimi koyuyorum, diğer yanına ise şimdi avucumda olanları, iki aydır yaşadıklarımı koyuyorum. Yazıdan anlaşılmasa bile, uzun bir duraklama verdikten sonra yine buraya gelirdim diyorum. O zaman neymiş, belki alışman lazım, yalnızlığa.

Bir şekilde bu yazıyı yazarak açlığımı bastırdım, tıpkı az önce ekmek arası peynir yediğim gibi. Ama uykum gelsin diye içtiğim biranın bu dünya üzerinde başka bir karşılığı yok sanki.

Kısa yazılar, güzel maçlar.

Mert

Wednesday, October 30, 2013

Canın mantı çeker ya hani

Merhabalar,

Buralara geldiğimden beri ilk yazım olacak bu. Daha önce yazmadım çünkü düşüncelerimi toparlayacak vaktim dahi olmadı. Şu an yazarken dahi toparlayamıyorum ya, yazmak biraz zaman alıcak. Ama yazmazsam, bütün biriken hisleri kaybetme olasılığım var. Ondan bu gece işe girişmek en iyisi.

Buradaki hayata alışmak hiç zor olmadı aslında, heyecanlı bir olay ne de olsa. İnsan farkında olmasa dahi her gün, her saniye yeni bi şeyle karşılaşıyor. Yeni insanlar, yeni müzikler, yeni tatlar artık aklınıza ne gelirse. Yayalar için kırmızı ışık yanarken dahi 100 metre finali koşar gibi karşıya geçmeye çalışan ben dahi burada yol bomboş olsa dahi yola atlamıyorum mesela, yani çoğu zaman. Ya da her akşam evime döndüğümde posta kutumu kontrol etmek gibi. Posta kutumun dolu olması kadar ne kadar boş olsa da, o kadar ilginç bir his bazen. Tüm bu örnekleri bir kenara bırakırsak, asıl zor olan şey Türkiye'den, daha doğrusu oradaki hayatımdan uzakta olmak. Sahip olduğum alışkanlıkarı ve ilişkileri bir kenara bırakıp, sadece ve sadece o ana odaklanmak. O diferansiyel denklemi çözmek mesela, kafanı ikiye bölmen gerekmez her zaman.

Bazen o kadar zorki itiraf etmek kendine, aslında hayatın böyle olması gerektiği, sadece birkaç ufak şeyin eksik olduğu. Eski hayatını özlediğin anlardaki bok gibi hissetmeni bir kenara bırakırsan, aslında hayat bu olmalı. Sabitleyebilmelisin hayatı ama öyle monoton yaşamak için değil, senin kontrolünde olması için. Hayatında olmasını istediğin, hayatına katabildiğin en temel şeyleri koyup, eklemek istediğin, tercihlerine bağlı olan tüm seçenekler için yer açabildiğin bir düzen. Burada bu var, tek sorun kafamızın içinde dolaşan sorular ve düşünceler.

Benim gibi birisi için bile çok düzensiz, karman çorman bir yazı olduğunu biliyorum ancak, bu yazıda hislerim gibi doğrusunu söylemek gerekirse. En azından istediğim hayatın ne olduğunu tünelin ucundan görebiliyorum ve tüneli hızlı geçiyoruz. Kötü hissetmek yersiz, anlamsız aslında. En sevdiğim şey insanlar eski hayatıma dair, daha sonra yemekler. Rezalet bi yazı oldu, paylaşmam bile.

Mantı olsa şu an nasıl yerdim, tarif edemem. Bu arada hayatımın en güzel birasını Heidelberg'de içtim. Bira ve şarap o kadar ucuzki, neredeyse kendini kötü hissetmiyorsun bile.

İlk yazı için bu kadar düzensiz ve karman çorman olması bir şeyler ifade ediyodur sanırım,

Mert

Monday, September 2, 2013

Gitmek üzerine

Merhabalar,

Düşüncelerini kafasında rahat toparlayamayan birisi olarak yazmak benim için önemli bir olay. Çoğu zaman saman alevi gibi parlayan fikirlerin ve düşüncelerin bir yerlere kazınması gerekiyor, ya da birine anlatmak ki genelde yazmak konusunda daha başarılı olduğum bir gerçek.

Bunları göz önünde bulundurursak bu kadar az yazmamın bir sebebi olmalı. Eğer yanılmıyorsam bu sebep eskiden yaşamaya ve üretmeye duyduğum heyecanı kaybetmemdir. Beni hep rölantide tutup, aza tamah ettiren yaşamım ve döngüm, en sonunda "daha fazla" yı arzulayan şeyi öldürdü bendeki. Sanırım hayat hep rölantide gitse hiç şikayet etmem, belki mutsuz olurum, tabii bu da rölantinin bir parçası. Al sana kısır döngü.

En büyük korkum hayatımın bu şekilde devam etmesi. Cür'et etmesi zor olanın bile denenmediği, ancak saman alevinden daha kısa süren hayallerde kaldığı bir hayat bana göre değil biliyorum. Ama korkarım bunu değiştirmek o kadar kolay değil, enfeksiyon kapılmış bir kere, bırakalım iyileşir demekle olmaz. İşte bu yüzden gitmeliyim.

Üniversiteye girdiğimden beri en çok istediğim şey yurtdışında okumaya devam etmekti. Mezun olduktan sonra iyi maaşı olan bir işe girmem çok yüksek ihtimalliydi. Ama en çok okumayı istedim, araştırmayı, bilime katkıda bulunmayı istedim. Kendimi hem akademik, hem insani boyutta geliştirebilmek için bunun yurtdışında olması gerekiyordu. 5 senelik üniversite hayatımın ilk 4 senesi boyunca herhangi bir gerçekliği olmayan bu istek, geçen sene İsviçre'ye gitmemle ilk sınavını vermişti. Hayatımın en üretken, en mutlu ve en kendim gibi olabildiğim 2.5 ayını yaşadığım o zamanlar anlamıştım gerçekten gitmek istediğimi. Çalıştığım işten, ettiğim sohbetten, oynadığım basketboldan bu kadar keyif almamıştım.

Son 1 yılımı ise bu hayali gerçekleştirecek başvurularla geçirdim. En sonunda gideceğim yer kesinleşti ve vize işleri başladı. Son 1 ayda ise bütün gereken belgeleri topladım. 3 gün sonra vize görüşmem var ve eğer vize alırsam Eylül ayının sonunda gidiyorum Almanya'ya. Yani anlayacağınız tüm hayaller ciddiye bindi.

Herşey yolunda görünüyor şu ana kadar di mi? Ama nedense bir aydır kafam allak bullak, 5 yıldır hayalini kurduğum şey ile burada kalmak arasında bitmek bilmez bir iç savaş yaşıyorum. Gitmenin ve kalmanın kendi içinde artıları ve eksileri var, bunları daha sonra yazıcam, ve her ne kadar gitmek, kalmaktan daha ağır bassa dahi, çoğu zaman uyutmuyor düşünmesi. En ufak heyecan dahi hissedemiyordum gidecek olduğum için. Ama bu geceden beri kafamda tek bir düşünce var, "start over". Artık gitmeliyim ve herşeye yeniden başlamalıyım. İşte bu sayede kendim gibi hissettiğim, üretken ve mutlu olduğum zamanlara geri dönebilirim. Yani neymiş, gidilmeliymiş.

One-way ticket diye bir gerçek var.

Mert

Sunday, June 30, 2013

Eh işte

Merhabalar,

Terastayım, oturuyorum ve içiyorum. Bilgisayarımı şarja takabileceğim bir priz yok. %8. Kalan son güçle bunları yazmaya başladım. Ne kadar gider bilmiyorum.

Diyebileceğim şeyler şunlar; basketbol güzeldir, yüzmek güzeldir, dostlar güzeldir, Çeşme güzeldir. Bazen sıkılırsın ya, bira içmek güzeldir. Profesörler senden bişeyler bekler, sallarsın güzeldir. Güzel şeylere uzun süre uzak kalmışsın, tekrar keşfetmişsin, güzeldir. Araban olması güzeldir, arabanın güneşliği olması da öyle.

Kitaplar güzeldir, okumak öğrenmek güzeldir, zmanında düşünmek, zamanında düşünmemek güzeldir. Hayatın dönemeçleri güzeldir, acı çekmek bazen güzeldir.

Bazen sinirlenmek bile güzeldir, hayal kurmak güzeldir, kendine bile çaktırmamak güzeldir. % 5. Bu yazı fena değildir ama paylaşıp paylaşmamaya karar verirken yitirilen 3 saniye önemsizdir.

Bu yazılanların anlaşılmaması dahi güzeldir, anlaşılması ise inanılmaz.

Mert

Saturday, June 1, 2013

Taksim'de göz yaşartıcı görüntüler

Merhabalar,

Bu akşamdan beri yaşama ve gözleme fırsatı bulduğum şeyleri buraya yazmamam mümkün değildi. Herşeyden önce, Taksim Gezi Parkı'nda yaşanan olaylar karşısında medyanın sessizliği, bunun tam karşıtı olarak ise sosyal medyada dönüp dolaşan binlerce söylenti karşısında, benim adıma yapılabilecek tek şey gidip herşeyi yerinde, kendi gözlerimle görmekti.

Tuzla'daki okulumdan Kadıköy'e geldiğimde saat akşamüstü 6 civarıydı ve Karaköy İskelesi'nin önünüde inanılmaz bir kalabalık vardı. Ülkemizde eylem denilince akla gelen ve ya aklımıza gelmesi sağlanan militan tiplemesinden eser yoktu, Karaköy'e ve en nihayetinde Taksim'e ulaşmaya çalışan herkes bilinçliydi ve atmosfer gerçekten çok güzeldi. 

Karaköy'e vardığımızda sıradışı olan tek şey insanların fazlalığıydı. Taksim'e giden bütün ulaşım araçları engellenmişti ancak Tünel açıktı. İstiklal Caddesi'ne vardığımızda önünü dahi göremediğimiz bir kalabalığın içinde bulduk kendimizi. Kalabalık yavaş bir şekilde ama protestolar ve şarkılar eşliğinde Taksim'e gidiyordu. Ne olduysa Demirören AVM'yi geçtikten sonra oldu.

Biz kendimizi ara sokaklarda bulduk. İki kere Cihangir tarafından Taksim'e ulaşmaya çalıştıysak da, her seferinde atılan biber gazları nedeniyle göremez olduk. Bu sırada polisler TOMA'larla insanları İstiklal Caddesi'nden çekilmeye zorladılar. Ve ilk defa kendi gözlerimle gördüm, biber gazından kaçan insanlara gülen polisleri, yönetmeliğinde olduğu gibi yere doğru değil kabalığın insanların üstüne sıkılan biber gazı kapsüllerini. İnsanların sedyelerde taşındığı, gönüllü doktorların geldiği, dürümcülerin, dönercilerin yaralıları içeri aldığını gördüm. İnsanların birbirine biber gazı için solüsyon hazırlayıp verdiğini, lokantaların onlarca limon dağıttıklarını gördüm. 

Herkes ordaydı, sen ordaydın, ben ordaydım, yaşlı teyzeler ordaydı, herkes ordaydı aslında. Gündemi takip eden, yaşananları ve açıklamaları gören herkes oradaydı. Başbakan'ın Esad için kullandığı "halkına zulm etme" özelliğinin maşası olan polisleri hepimiz görüyoruz artık. Eğer siz hala bu hükümeti yol yaptığı için veya "sözde" ekonomiyi düzelttiği için destekliyorsanız, sizin insanlığınızdan şüphe duyarım. Eğer dini duygularınıza hitap ettiğini düşünüyorsanız, yaşam tarzınızı yansıttığını düşünüyorsanız, açın Kur'an-ı Kerim'i okuyun. Bu ülkede olan biten herşey zulüm. Politik iktidarı kendi oyun bahçesi, insanları da oyuncakları sanan insanlara  hadlerini bildirilsin. Bu iş artık politika değil, insaniyet meselesi.

Şans eseri Suriye'den, Esad'dan kaçıp gelmiş bir Suriyeli'yle tanıştım ara sokaklardan birinde. Evine gitmek istediğini ama ne olup bittiğini anlamadığını söyledi. Ona durumu anlattığımda bana, biraz huzur bulabilmek için Suriye'den kaçtığını ama İstanbul'un Suriye'den pek bir farkının olmadığını söyledi. Ben o an bunu hepinizin duymasını istedim. Özellikle başbakanın duymasını istedim.

Gelecek günler ne getirir bilmiyorum. Ama tek farkında olduğum şey insanların artık tepkisiz kalmadıkları. Artvin'de ve Uludere'de bu devlet kendi sivil vatandaşını öldürdü. Kendi gözümle görmedim ancak bugün de ölüler olduğu söyleniyor. Bu kadar basit mi? "Ama öldüler efendim" dendiğinde "Bana ne, ben ne yapayım?" diyen bir başbakan istemiyorum. İsterse bizi dünyanın en zengin ülkesi yapsın, hepimizi köşklerde yaşatsın. Bırakın insan gibi yaşayalım.

Mert


Thursday, April 18, 2013

'Zamansız'lık üzerine:

Merhaba,

Hayattaki herşeyi kontrol edemiyoruz ne yazıkki. Kendimizin yaşamını değiştirmek, düzene sokmak ya da yolunda tutmak için ne kadar çaba göstermiş olursak olalım, hayat günlük hızında akıp giderken kafamızdan geçtiği anda kovmaya çalıştığımız o kötü düşüncelerin gerçekleşmesine mani olacak kudretimiz yok. Daha dün cuma günü için planlar yapılmıştı halbuki.

Bir gerçek var ki, insan acıyı gördüğünde ve ya acıyı tattığında, daha önceki davranış ve tutumlarını bir bir gözden geçiriyor.  Geçmişte söylenen bir sözün o anki anlamıyla bugün taşıdığı anlam arasında fark var, en azından benim için. Kendine kızmadan edemiyor insan, imkanı olduğu zaman anlamaya çalışmamak en büyük suç. Bugüne kadar o kadar çok kişiye söylenmiş o kadar çok söz varki. Kırılmış o kadar kalp, alınmış bir o kadar gönül, paylaşılmış o kadar mutlu an, paylaşılamadan içe atılmış dertler.. Geçmişteki herşey için çok üzgünüm. Bugün için çok üzgünüm.

Korkularımızı buluyoruz hayatta, zamansız. Çok sık olmuyor bu, olsaydı bunu da normalleştirirdi heralde insan. Zaten insanı en çok üzen bu, zamansız ve alışılmamış olması. Ve özlemek.

Duygular ve düşünceler karman çorman,

Sevdiğiniz insanları yanınızdan ayırmayın,

Mert


Thursday, April 11, 2013

Düşünmek ve düşüncenin yazıya dökülmesi üzerine

Uzun bir aradan sonra, yeni bir blog üzerinden herkese merhabalar,

Kimileri düşünmenin bir eylem olmadığını savunsa da, zannımca düşünmek şu yaşamımızdaki en çekici eylemlerden birisi. Kimi zaman o kadar çekici ve etkileyici olabiliyorki düşünmek, ucunu kaptırıp az önce ne düşündüğünü dahi unutabiliyor kişi.

Düşünüleni yazmak ise düşünme eyleminin soluk bir gölgesinden ibaret sanki. O an farkında olmasanız dahi zihninizden geçen milyonlarca farklı düşüncenin içinden çekip bir tanesini, kelimelerin sahip olduğu sınırlı anlamlara sıkıştırmak aslında katliam gibidir. Kuantum mekaniğinde bunun enfes bir karşılığı vardır:

Schrödinger'in Kedisi'ne aşina olmayanlar için kısa bir açıklama yapıyorum. Schrödinger'in Kedisi, kuantum mekaniğinin yapısını çok basit bir şekilde ortaya koyan bir düşünce deneyidir. Kedi, dışardan herhangi bir şekilde gözlemlenemeyen bir kapalı kutuya yerleştirilir. Kutuda ayrıca %50 ihtimalle bozunma olasılığı bulunan bir parçacık ve eğer parçacık bozunursa ortama zehirli gaz salıverecek bir düzenek vardır.


Eğer kutuyu açıp gözlem yaparsanız, ki bu durum zihninizdeki tüm düşüncelerden birini kelimelere dökmenin analogudur, kediyi ya ölü ya da diri bulursunuz. Kuantum mekaniğini ilginç kılan nokta ise gözlem yapılmadığında kedinin %50 ihtimalle ölü, %50 ihtimalle diri olmasıdır, yani gözlem yapmadığımızda kedi her iki durumda da bulunur. Ancak ve ancak gözlem yapıldığında kedi bu durumlardan sadece birine geçiş yapabilir. Günlük kavrayışımıza tamamen ters olan bu durum, aslında çoğu zaman zihnimizde dönüp dolaşan sonsuz sayıdaki düşüncelerin, bilincimiz tarafından, bir nevi "gözlem yaparak" nasıl çekilip çıkarıldığına olan benzerliği dikkate değer.

Kendi adıma, bundan sonra daha fazla "gözlem" yapmak dileğiyle,

AMB